Sırrı Süreyya Önder’e Veda: Barışın Yol Arkadaşı, Özgürlük Umudunun Taşıyıcısı
Bazı insanlar, içinde yaşadıkları zamanın ötesine taşar.
Sözleriyle, duruşlarıyla ve verdikleri mücadeleyle bir halkın vicdanına dokunurlar.
Sırrı Süreyya Önder, işte tam da böyle bir insandı:
Halkların arasında köprü kuran, vicdanla konuşan, barışa ömrünü adamış bir gönül emekçisiydi.
Onun mücadelesi, yalnızca Türkiye siyasetine değil; bu coğrafyanın kadim halklarına, yaralı hafızasına, bölünmüş umutlarına ışık tutan bir yürüyüştü.
Ve bu yürüyüş, hiç kuşkusuz, Sayın Abdullah Öcalan’ın ortaya koyduğu barış vizyonuyla iç içe geçti.
Çünkü Önder’in siyasi kişiliği, Sayın Öcalan’ın önerdiği çözüm paradigmasıyla derinleşti, olgunlaştı ve anlam kazandı.
2013–2015 yılları arasında başlayan çözüm süreci, Türkiye’de eşi benzeri görülmemiş bir barış denemesiydi.
Sayın Öcalan’ın, halklara ve devlete yaptığı tarihi çağrıların kamuoyuna taşınmasında Sırrı Süreyya Önder, yalnızca bir aracı değil; ruhunu bu sürece adayan gerçek bir barış aktörüydü.
2015 Amed Newroz’unda, Sayın Abdullah Öcalan’ın milyonlara hitaben kaleme aldığı ve tarihe “silahların değil sözlerin konuşacağı yeni bir dönem başlasın” çağrısıyla geçen o büyük mesajı, Önder seslendirdi.
O an yalnızca bir bildirinin okunması değildi.
O an, yılların yükünü taşıyan halkların gökyüzüne umutla baktığı bir andı.
Ve o anda, Öcalan’ın mesajı, Sırrı Süreyya’nın sesiyle hayat buldu.
Ama bu sadece bir başlangıçtı.
Yıllar geçti, süreç kesintiye uğradı, barışın dili yeniden susturulmaya çalışıldı.
Ancak Sırrı Süreyya Önder hiçbir zaman inancını kaybetmedi.
Çünkü o, Sayın Öcalan’ın barışa dair geliştirdiği derin felsefeyi özümsemişti.
Barış, onun için sadece bir siyasi hedef değil, bir varoluş biçimiydi.
Ve takvimler 2025 yılını gösterdiğinde, bir kez daha görev onun omuzlarındaydı.
İmralı Heyeti’nin sözcüsü olarak, Sayın Öcalan’ın son barış mesajını tüm dünyaya yine onun sesiyle ulaştırdı.
Yıllar sonra yeniden, halkların barış umudu onun kelimelerinde yankılandı.
Sırrı Süreyya Önder’in bu süreçteki rolü, yalnızca teknik ya da temsilî değildi.
O, Sayın Öcalan’ın barışa dair stratejilerini anlayan, taşıyan, halka aktaran en güçlü seslerden biriydi.
Onun katkısı, bir tercümeden ibaret değil; bu fikri bizzat yaşama ve savunma iradesiydi.
Bu yüzden Sayın Öcalan’ın vefat sonrası gönderdiği mesaj, yalnızca bir dostun vedası değil; tarihî bir yoldaşlığa verilen derin bir selamdır:
“Sevgili Sırrı Süreyya Önder’in vefatıyla kalbimize derin bir hüzün çöktü. Çok değerli bir insan, halkların gerçek bir evladıydı… Gerçek bir barış kimliği ve barış kültürüydü.”
Bu sözler, bir halk önderinden, bir mücadele liderinden gelen yüksek bir takdirin ifadesidir.
Çünkü Sırrı Süreyya Önder, Sayın Öcalan’ın barış çizgisini yalnızca taşıyan değil; onun en incelikli biçimde hayata geçirilmesine çalışan bir dava yoldaşıydı.
“Barış içinde bir arada yaşamak adına unutulmaz bir çalışkanlığı ve emekçiliği vardı.
Yaşanan tüm olumsuzlukları olumluya çevirmek gibi ustaca bir hünere sahipti.”
Bu tarif, onun hayattaki pratiğini en sade ama en derin haliyle anlatıyor.
Çünkü Önder, her zaman zor olanı seçti.
Sistemin kolayına kaçan yolları değil, halkların vicdanından yükselen zorlu yolları yürüdü.
Mizahıyla, zekâsıyla, cesaretiyle hem acıları taşıdı hem de umudu büyüttü.
Bugün, onun ardından konuşmak bir veda değil, bir söz verme anıdır.
Sayın Öcalan’ın sözleriyle ifade edilen şu çağrı hepimize yöneliktir:
“Bu umut asla yarım bırakılamaz.
Hepimiz için mühim olan, bu ruhu barışa taşımak ve Sırrı Süreyya Önder’in adıyla taçlandırmaktır.”
Bu bir vasiyettir.
Bu bir görevdir.
Ve bu görev, sadece siyasi bir sorumluluk değil, aynı zamanda ahlaki ve tarihsel bir borçtur.