Karanlıkların Efendisi

Yazar Hatice Özhan'ın bugünkü köşe yazısında, ' Karanlıkların Efendisi' başlıklı bir yazı kaleme aldı.

Abone Ol

Karanlıkların Efendisi

İnsanın her sorunun üstesinden gelebilme kabiliyeti henüz yok, uzun vadede bu kabiliyet oluşacağa da benzemiyor. Bilim ile teknikte ve tüm sözel alanların temsili edebiyattaki üretim gücü, kalitesi insanın tartışmasız kudreti için yeterli bir done olabilseydi keşke. Ama maalesef insan kudretine dair bu ucu açık tartışma, son insan nesline kadar sürüp gidecektir. Bu tıkanıklıktan biraz da insan mesul. Hızlı ve sürekli yaratma gücünün yanında veya karşısında demeliyim, tüketmek ve yok etmek üzerine ki gücüyle insan, sınırsız sandığı hükmünün en ağır sonuçlarından birini varlığının çoğunlukla da acı bir şekilde ortadan kalkması ile ödüyor. Tükeniyor, karanlıklarca yutulan renkli bir ışık huzmesi gibi hazin sona uğramaktan ne yazık ki kurtulamıyor.

Sürpriz bir son değil bu. Sınırsız sanılan bir enerji ile çok övünülen akli ehliyetinin teklediği bu nokta her zaman oldu, böyle de olmasa belki de insanın kendiyle yüzleşmesi hiç mümkün olmazdı. Evrenin, evrime yaslanarak gelişen sonsuzluğu içindeki bu ekâbirine canlı, diğer tüm canlılar arasında hızlı bir kültürlenmeyle elde ettiği liderliğini şimdiye değin koruyarak getirse de ufkuyla açtığı pencerelerin gösterdiği bahçelerin birçoğunda kendi karanlığı hâkim. Yaratımı olan karanlıkça yutulan insan bu yüzden olsa gerektir fazla acımasız, aç gözlü ve de kötümserdir. Acımasızlığını yönelttiği tek tür, kendi soyundaki değil; doğanın üstün ırkı hüviyetine yaslanarak işlediği cinayetlerin özeti olan ekolojik yıkımdaki ısrarcılığı kendi karanlığının göstergesi. Henüz daha yeterince tüketilmemiş doğanın talanı ve yağmalanması üzerinden canhıraş sermaye birikimini gözetmesiyle karanlığını konuşturmaktan vazgeçmeyecek bir insan türünden dert yanılıyor bu yazıda. En vahşi şekilleriyle işlenilen madencilik ve endüstriyel faaliyetler ile kentleşme ve altyapı projeleriyle çevresel tahribattaki aktörlüğüyle insan doğadaki çok can sıkıcı özelliğiyle de bir aktördür. Üzen, kaçırtan, öldüren, talanla yok eden bir canlı görüntüsüyle karanlıklar bahçesindeki insanın anlatmakla bitmeyen kötülüğü en çok da kendi soyundan olana karşı nedense.

Dün olduğu gibi bugün de yitmeyen, yiteceğe de benzemeyen; sonsuzluk mefhumuna uygun bir örnek halini alan savaş gerçeği sanırım ki, kötülüğün boyutlarını anlatmakta başvurulacak yollardan en kısası. Bu gerçeğin alt kadrajındaki sadece ölmekle kalınmayan trajediler, yaratma gücüne karşın yok etme gücünü işletmekten vazgeçmeyi bir an bile olsun düşünmemiş insan sınıfıyla karşıtları arasında mücadeleler de olmadı değil. Ama yeterli olmadı. Peki, böylesine büyük bir hırsın karşısında tamamıyla üstün kalmanızı sağlayacak doğru silah ne olmalıdır? Kulağa fazla aptalca ve özentili gelen iyilikle mi bu mümkün olacaktır? Bu değilse neyle peki?

Kavramların yerinde sürekli oynadığı, anlam tazelenmelerinin sıklıkla yaşandığı günümüzde ve hatta son iki yüzyılı kapsayacak şekildeki bu ilerleyişte iyilik kavramı bu yapı bozumdan nasibini belki de en fazla alan kavramlardan. Etik’in üzerinde yeşerdiği iyiliğin ahlaktaki yön belirleyiciliği öyle sanıyorum ki değişip dönüşen anlamıyla birlikte eskideki gibi değil. Neyin yapılıp neyin yapılamayacağının, neye sahip olunacağının ya da olunmayacağının, ayrıca neyin istenip istenmeyeceğinin sınırlarını belirleyen kavram da bu değil artık.

Klasik kabule göre insan ve toplum faydası üzerine çalıştırılan bu ahlak fenomeninin genişletilen çapında yine ‘fayda’ esastır ancak nüans farkıyla. İyilikte davranışların sonuçlarını değil de niyeti ön planda tutanların iyiliğe yükledikleri anlam mantıklı ve makulse eğer ne olacak? Niyeti iyi olan birinin davranışı istenmeyen kötü sonuçlara yol açmışsa bile bu onu ve davranışını kötü yapabilir mi? Bir ülke yönetimi, vatandaşları da daha refah ve bolluk içinde yaşasın diye topraklarından kilometrelerce uzaktaki şehirleri, ülkeleri işgal ediyorsa siyaseten bu onu iyiliksiz yapar mı yapmaz mı buna bakılmalıdır biraz da. Niyeti, sadece halkının mutluluğu olan bir lider ya da hükümet nasıl kınanabilir bu durumda. Niyeti, başka toplumların kurtuluşunu sağlamak olup gücünü o toplumlara aktaran ülkeler de iyilikle payelendirilebilirler mi örneğin?

1979’da Sovyetler Afganistan’a girdiğinde niyeti ‘iyi’ydi. Sovyet hükümeti başlangıçta sadece Afganistan’ın güvenliğini sağlamakla, dönemin Afgan hükümetini istikrara kavuşturmaya niyetliydi. İşler planlandığı gibi gitmeyince Sovyetlerin bir yıl gibi belirledikleri kalış süreleri dokuz yılı buldu ve şiddetli bir Afgan iç savaşı süregeldi. Dönemin Sovyet lideri Mihail Gorbaçov, Afganistan’dan tamamen çekileceklerini ilan etti ve 1989’da bu gerçekleştirildi.

Sovyetlerin niyeti tek başına yeterli miydi? Hayır! Davranışın sonuçları ile niyet birlikte değerlendirildiğinde iyilik kavramının sallantılı tarafı, günümüzdeki iyilik örnekleri ile beraber düşünüldüğünde rahatlıkla görülür.

Tüm bunlar insanın yaratma gücü ile yok etme gücü arasındaki dengesizlikte gizlidir yine. Karanlık bahçelerin ürperticiliği bu dengesizlikten geliyor, orada ayın ışıyacağını düşlemek mümkün olmuyor. İnsanın her şeyden önce, dünyaya zararları büyük olmuş hırslarından, sermayeyle doymak bilmezliğinden, ağır sonuçlar doğuran ‘iyi’ niyetlerinden arınması gerekiyor. Bundan başka türlüsü çözüm değil, aksi takdirde bu ürperticiliğin bir sonu yok! Karanlığın efendisi olmaktan ve hep böyle gözükeceği ihtimalinden insanın kurtulması şarttır.