çok sevmiştim...
Muhtemelen Mart'ın on sekiziydi, belki on dokuz, yirmi belki de...
Farkeder mi?
Yollara düşmekten korkar olmuştum,
yazıp yazıp buruşturup, halının koynuna bıraktığım kağıtlar kadardı aşk ...
Kimseye söyleyemediklerimi içime atmayı öğrendim sonra.En yokuş sokaklar içimizde saklıydı çünkü.Yüreğim kasılmış ve yorgundu, bir takıntının ete kemiğe bürünmüş haliydi duygularım.Bir yüz bir rüzgar, su sesinin yıkacağı bir gölge...
Sonra insanlarım oldu benim.
Karşılarında hep acemi kalmak istedim.Düşüncem üryan olmayı onlarla öğrendi.Hayatın kırağı değmemiş yanlariydi onlar, sığınakları, kaybolmuş sınırlar, bulutla bulut arasında bir güzelllik.
Yaşım ilerledikçe onlara daha çok sarılıyorum...
Aşk 'ın eskiden hep karşı cinse duyulan o adrenalini yüksek duygu olduğunu sanırdım...
Oysa uzun zamandır, bana keyif veren,
üzen, sinirlendiren, eyleme geçiren her şey...
Belki bir şölen değil yaşadıklarım ama çıldırtan, yok sayan karadeliliklerle yaşamayı öğrendim işte...
Rakı kadehinde bıraktığım ruj izi, apansız heyecan, hepsini sesinden tanıdığım insanlar..
Hayatın kendisi, profesyonel her şeyi reddeden,
beni çırılçıplak bırakıp, sığınaklar üreten bir şey...
Bugün Mart'ın on sekizi değil, bütün gülüşleri rahminde toplayan bir kadının düşü,
Geceyle başlayan yakarı
Yine kadehimde bıraktığım ruj izi kadar Aşk...
Sevgimdesiniz...