Müzik yaşamına 1991 yılında, İstanbul’da, müzisyen ağabeyi Çiya’nın Kurduğu “Koma Gulên Xerzan” adlı müzik grubu ile başlar. İstanbul’a gelişini, sahne hayatına nasıl başladığını anlatmaya başlıyor Rojda,
Ben on üç yaşında İstanbul’a geldim. Gelir gelmez de sahneye çıktım. Bir provası, bir planı yoktu. Abim Çiya’nın kurmuş olduğu Koma Gulên Xerzan’ın bana yaptığı teklifle müziğe başlamış oldum.
Köyden gelen küçük kız sahneye çıkıyor, alkış alıyor… Kendinden büyük işler yapıyor. Bu küçük kızın sesi insanları heyecanlandırıyor. Ailesinin tepkisini merak ediyoruz. Ailesi, abisinin yardımıyla da olsa sahneye çıkmasına karşı çıkmış… Rojda, bu durumu şu an gülerek anlatıyor:
Yaşadığımız coğrafyada kültürel, dinsel anlamda ve o dönemin koşullarında bırakın şarkı söylemek bir kadın olarak evden çıkmak bile ayıp olarak görülürdü. Orada kadın, kapalı bir toplum içinde büyür; örf ve adetler çerçevesinde yaşamını sürdürmeye çalışır. Ben ise on üç yaşında sahneye çıkmış; tabiri caizse -onların deyimiyle- erkeklerin karşısında sahneye çıkmış, alkış almıştım. Annem babam dini duyguları çok yoğun yaşayan insanlar. Üç yıl beni reddettiler resmen. Ama sonradan gurur duydular benimle. Meryemxanlar da Ayşeşanlar da bir dönem bunları yaşadılar. Her dönem var olmanın mücadelesini verdi kadınlar.
Biz sözlü edebiyatın takipçileriyiz. Amaç, dengbejliği, halk müziğini alıp bu günlere taşımak, kültürü bu günlere taşımaktı. Halk müziği açısından; ritimsel olarak, daha çok otantizmini bozmadan unutulan parçaları tekrardan estetize edip halkımıza ulaştırmayı hedefliyord90’larda müziğe başlamıştı… Yasaklı bir dilde müziğini icra etmeye çalışıyordu. “O dönemlerde Kürt müziğinin bir ölçüsü, bir tarifi yoktu.” diyor Rojda, sonrasında ekliyoruk. Bizim klasik anlayışın dışına çıkmak gibi bir derdimiz yoktu. Doksanlarda, “Kürt müziği budur, şarkılarımız vardır.” demek istiyorduk. Var olmak, var etmek amacındaydık. Biz, “Bu müzik var!” demeye çalışıyorduk, ta ki 2000’lere kadar. 2000’den sonra algı değişti. Profesyonel müziğe geçiş başladı. Doksanlı yıllar bizim için; var olmak, var etmek savaşıydı.
Barışa dair konuşuyoruz. Herkesin büyük heyecan duyduğu, umutların ilk kez canlandığı dönemi soruyoruz. Neler hissetmişti, o dönemde umutları nasıl şekillenmişti? Önce dalıp gidiyor Rojda, sonra derin bir iç çekerek anlatmaya başlıyor.
Dönemsel olarak siyaset engellerinin, siyasetin dilinin değiştiğini gördü bu topraklar. Yani umut verilen dönemler oldu, ilk defa bir Kürt partisi barajı aştı. Büyük bir algı değişimi yaşandı. Kürtler, Türkler beraber oturabildi. Bu ülkenin Cumhurbaşkanı, “Kürtler var “ dedi, başbakan dedi. Bu da bir umuttu. Bugüne kadar yok deniyordu. Bu toraklarda annelerin göz yaşlarının dineceğini herkes gibi ben de umut ettim. Bu ülkenin başkanından başbakanına kadar herkes, dünya alem, “Bu savaş bitsin!” dedi. Bunun için kaç yıl oturuldu, yazıldı, çizildi, konuşuldu. Öyle güzel bir dönem de yaşadık. Keşke o dönem devam edebilseydi. O dönemin umutlarının, sanat hayatına yansıması ne yönde olmuştu? Daha mı özgürleşmişti sanat? “O dönem yaşanan gelişmeler, değişimler sanatsal çalışmaları etkiledi.” diyor ve devam ediyor, Mesela o döneme dair şarkılar, özlemler yazıyorsunuz. Dönem değişiyor, şarkılarınız yasaklanıyor. Örneğin “Dilan” ikinci albümümdeki bir şarkıydı. Açılım süreci: herkes güzeldi, umutlar pekişti; umutlar tazeydi, halaylar başladı. Sloganımız şuydu: Anneler ağlamasın! Çünkü bu topraklarda savaş bitsin istiyorduk. Konserler, festivaller düzenliyorduk. Demokrasinin yerleştiğini görmek, dilde bile olsa bir algı değişikliği görmek bizi rahatlatmıştı herkes gibi.
Rojda’yla sohbetimizde bugün, geçmiş ve gelecek arsında mekik dokuyoruz, sohbetin akışına kaptırıyoruz kendimizi. Koma Asmin’i soruyoruz Rojda’ya. Bir çok farklı kültür ve farklı etnisiteden kadın bir araya geldi ve müzikte birleşti. Tüm farklılıkları kadın potasında nasıl bir araya getirdiklerini öğrenmeye çalışıyoruz. Roja, Koma Asmin dönemini “Kadının da var olma süreci” olarak değerlendiriyor.
Kadının sahnede sadece vokal olma durumu vardı. Niye kadınlar solist olamıyorlar, niye ozan olamıyorlar, niye ayakta duramıyoraların sancısı vardı. Buna alternatif olarak Koma Asmin kuruldu. Yani kadınlar müzik yapabilir, saz çalabilir, gitar çalabilir; en iyi şarkıyı, aranjeyi onlar yapabilir. Amaç buydu ve bu rolünü yerine getirdi. Daha sonra farklı projeler başladı ve Koma Asmin misyonunu tamamladı. Koma Asmin’le kadının kollektivizme olan vurgusunu gösterdik biz. “Kadın, müzik alanında vardır.” dedik.
Dengbejlikten bugüne hep erkek vardı; kadın sadece evinde ve küçük cemaatlerde vardır, şarkısını hep bu kısıtlı alanlarda söylemiştir. Ama bu dönem kadın daha güçlüdür; kadının dili, müziğe kattıkları, duygusu daha hassastır. Bir çocuğa yaklaşır gibi yaklaşır. Ben bir şeyi okurken, aranje ederken, “Ya bu benim dilimdir, benim kültürümdür.” diye yaklaşıyorum, öyle hissediyorum; çünkü dil, kültür anneyle başlar. Müzik kadınla nasıl yoğrulur, nasıl estetize edilir,bunun kaygısını yaşıyorum ben.
Toplumsal olay ve olgulara karşı çok duyarlı Rojda. Birçok olaya sanatıyla tepkisini veriyor. En son Şengal’de yaşayan Ezidilerin uğradıkları katliama dikkat çekmek için bir şarkı yapmıştı. Şu an için bir projesi olup olmadığını soruyoruz, “Savaş sesleri o kadar yüksek ki sizin buna yetişmeniz imkansız.” diyor,
Her gün bir yer işgal ediliyor, her gün insanlar ölüyor, her gün bir yerler ve ölümler zafer gibi kutlanıyor. Bu duygudan uzaklaşabilirsek, kendimizi dinleyebilirsek… O kadar acı, o kadar destan varken nereden başlayacağımızı, ömrümüzün yetip yetmeyeceğini bile bilmiyoruz. Sosyal medyada herkes birbirini suçlar gibi, vicdana seslenir gibi şunu soruyor mesela: “Çocuklar ölürken siz ne yapıyorsunuz, neyi paylaşıyorsunuz?” Ama bir taraftan da hayat devam ediyor. Mesela ben sesimi yükseltmek için şarkı söylüyorum, klip çekiyorum, kültürümü canlı tutmaya çalışıyorum. Savaşta sadece insanlar ölmez, kültür de ölür. Varlığımı kültürel olarak yaşatmak, ayakta tutmak istiyorum.
Yeni albümü “Siyam(Gölgem)” ın hikayesini merak ediyoruz? Albümün nasıl bir konsepti olduğunu soruyoruz. Rojda heyecanla anlatmaya başlıyor.
Hikaye şöyle: Hewremani’den Maraş’a kadar, Orta Doğu’dan Serhat’a kadar birçok coğrafyayı içinde barındıran bir kültür belleğini taşımaya çalıştım. Bir köprü oluşturmaya çalıştım. Siyam, “gölgem” demek. İnsanlar, kadınlar var oldukça dili, kültürü kendi içinde barındırır. Yaşadıkları dönemi, belleği, kültürü taşırlar; çocuklarına ulaştırmaya çalışırlar. Dili, giyimi, kısacası totalde kültürü, ben de yeni nesillere taşımak için bu albümün adını “Siyam” koydum.
Bugüne kadar kültürüm neydi? Dengbejlikten kopamadım. Dillere olan, lehçelere olan merakım, söyleme isteğim, bunu yeni bir aranjeyle insanlara ulaştırabilmek ve unutulmaması için geçmişle gelecek arasında yeni bir köprü kurabilmek.
Bugüne kadar Türkçe, Kurmanci, Soranice, Ermenice, Zazaca gibi dil ve lehçelerde şarkılar söyledim. Bu albümde Zazaca yok, onun yerine Soranice söyledim, bunlarla harmanlamaya çalıştım. Albümü; Serhat’ın ritmiyle, Xerzan’ın lirizmiyle buluşturdum. Kendi bestelerim, güncel olaylar üzerine kurulu. Cizre’nin kadim kültüründen Cizre serhıldanını yansıtmaya; Cemila’nın ağıdını, kadının ağıdını yansıtmaya çalıştım. Eski eskiyi, yeni yeniyi yansıtır. Ben de bu dönemi yansıtmaya çalıştım.
Albümünde onu özellikle hangi şarkı heyecanlandırıyor?
Özellikle demeyelim ama şöyle: Bu albüm için iki yıl çalıştım ama kendi bestelerimden çok heyecan duyduğumu söyleyebilirim. “Tu şêrînî” beni çok heyecanlandırdı mesela. İlk defa beste yapmıyorum ama bu beni daha çok heyecanlandırdı diyebilirim.Çok güzel bir aşk şarkısı.Olumlu dönüşler alıyorum çokça. Çoğunlukla albümlerde bir çıkış parçası olur ve o çok tutulur ama bu albümümde ilgi tüm şarkılara dağılmış durumda. Herkes kendini bulabiliyor: Biri “Wey lo dilo”yu paylaşırken bir diğeri “Ne oldu gönül”ü paylaşıyor. “Dîsa dîlan” var mesela, Mardin şarkısı. “Bejna Kınık” Diyarbakır şarkısı aslında ama Süleymaniye’de de söylenen bir şarkı. Çok güzel, hareketli parçalar var .Eski Rojda da var albümde, yeni Rojda da. Farklı yorumlar var. Albüm, dinlerken insanı yormuyor.
Benim hikayem bu albümde şuydu: Rojda bu güne kadar ne yaptı? Geçmişinden kopamadı. Geçmiş neydi? Dengbejlik, Kürt müziği, otantizm ve gırtlaktaki o hassasiyeti bozmamak. O Kürdi gırtlağı bozduğum takdirde müziğimi yapamayacağım. Bununla birlikte, yaşadığım coğrafyayı anlatabiliyorsam yansıtabiliyorsam ne âlâ?
Rojda, kimleri dinliyor?
Bu aralar çok bir şey dinlememeye çalışıyorum. Tek bir şarkı var, beni sakinleştiriyor: Şakıro’dan yeni keşfettiğim bir şarkı. Bir de şu an Şakıro dışında beni sakinleştiren birkaç etnik müzik dinliyorum, mesela Hint müzikleri;ama Şakıro’da acayip sakinliyorum. Hicazî şarkıları var; yorumunu, onu çok kıskanıyorum. “Ben söylemek istiyorum”a getiriyor beni.
Yakın süreçte TRT şarkılarını yasaklamıştı. TRT’nin yasağına karşın tepkisinin ne olduğunu merak ediyoruz.
Hiçbir gerekçe bulamıyorum. Söylediğim bir şarkıdan ülke bölünmüyor, ayağa kalkın demiyorum, gidin öldürün demiyorum. Ne diyor bu şarkılarda? Ben o süreçte şunu anlatmaya çalışıyorum: Bu topraklarda acılar olmasın, annelerin göz yaşları dinsin.
Ben şarkılarımı Türkçe söylüyorum, Kürtçe, Ermenice söylüyorum. Düetlerimde de var. “Ey yarim” benim şarkım, Türkçe-Kürtçe’dir. Benim dine, ırka, dile bir itirazım yok ki. Ben bu topraklarda yaşıyorum. Burada aslında beni teşvik etmeleri gerekir, beni desteklemeleri gerekir. Ama sanırım dönemin konjonktürü ile alakalı; yani savaş naraları atılırken böyle olur. Bu dönemlerin de biteceğine inanıyorum. Şiiri, şarkıyı, kültürü, dili yasakla… Olmaz!.. Biz bunlara yabancı değiliz. Doksanlarda da sahneye çıkamıyordum mesela, gözaltına alınıyordum. Şimdi gözaltı yok; yasak var
Hiçbir şarkı bu ülkeyi bölmez; hiçbir türkü, hiçbir barış umudu ülkeyi bölmez, aksine birleştirir. Sanat, birleştirmek için vardır.
Bir dönem Bülent Ersoy’dan Tarkan’a, Sezen Aksu’ya kadar bir sürü sanatçı da “Anneler ağlamasın, savaş bitsin, barış gelsin … çocuklarımızı askere göndermiyoruz” gibi bir sürü şey söylemedi mi? Ben de bunu söylemedim mi? Ben de bunu şarkılarımla dile getirdim. Şimdi onlar söyleyince farklı, ben söyleyince farklı mı oluyor? Ben de bu bayrağın altındayım yaşıyorum, onlar da. Ben de bu dili konuşuyorum, onlar da. Niye ötekileştiriyorsunuz, neyden korkuyorsunuz bu kadar?
Son olarak Newroz hakkındaki görüşlerini soruyoruz,
Baharın gelişi, müjdelere gebe olur denir ya; dilerim öyle olur. Newrozla birlikte; savaşların, acıların bitmesini umuyorum. En azından şu an yaşanan şeylerin bitmesini umut ediyorum. Yine umut ediyorum ki insanlar Newroz ateşi kadar dirençli ve o tarihe denk düşecek bir duruşa sahip olurlar. Süreç çok kötü. Newroz’umuzu yine alanlarda kutlayacağız. Baharın, güzel günlerin habercisidir dedik Newroz. Benim de umudum Newroz’un yeni ve güzel günlere gebe olması yönünde.
kaynak@iznews