SÜRGÜN RENKLERİN ERMİŞİ
Pepuk kuşun sesidir, kemanın ve curranın sesine karışıp renklerin coskusunu haykiran fırcanın İnce bir dokunuşudur o tuvalini canlandiran şey.
Geyiklerle konuşmuş, kuşların cıvıltısına karışmış, kekliğe ıslık çalıp muhabbet eylemiş, dağ kovuklarındaki bütün canlı doğaya kurduğu yakınlık duygusuyla renklerin içine gömülüp o içindeki tılsımını sürgün diyarlarda da olsa, sanatında yaşatanlarda var hayatımızın bir köşesinde. Börtü-böceğin özlemiyle yaşamını uzun yıllar mültecilik hayatında gecirse de, tebessümünü o tuvale taşımaktan hiçmi hiç geri durmayanlardır onlar. Eski köy anilarindan kalan cırcır böcegin sesini kulagında her duyduğunda, cigerlerine derince cektigi o dumanıyla özlemlerini Tuvalin başında dillendirenlerdir onlar. Gecesi gündüzü belli olmayan, bıkmadan usanmadan bazen yarı uykulu bazen çok canlı bir hararetle sayıklarcasına Resim tuvaliyle garip garip konuşanlardan biride bizim Yaşar Yağandır.
Garip Yaşar’ın sanatla buluşması, babası ve amcaların ata-dedelerinden miras kalan değirmencilik işçiliğine olan hayranlığındanmış. El emeği göz nuruyla öğütülen buğdayın nasıl un haline getiriyorsa, ve nasıl o emeğin sonucunda emek hakkı yiyecek olarak değerleniyorsa, işte o üretimin kudretini kendine rehber almıştı.
O kadim dağların kuytuluğundaki o değirmenin suyunu aldığı göl'dendirki o köy mezrası, DEREGOL ismini künyesine kazımıştı.
Yağmur kokan toprağın insanıdır Deregöl halkı. O kuytulukta vaktini Temburla kemanla geçiren o yalnızların bazen sessiz, bazende gök kubbeyi yırtarcasına attıkları amansız çığlıkları uzak yamaçlardaki kayalarda yankır ve yine kendilerine geri dönerdi.
O yüzdendirki curranın ve kemanın sesi acı ağıt kokardı.
Pencerelere asılı duran o çizgili çiçekli renkli perdelere vuran idare lambasının ışığında masallar dinlerlerdi ninelerinden.
O avuntuyla büyüyen çocukların dünyası da masallardaki gibi hep özgürlük hayalleriyle bir bir renklenirdi düşleri.
Bu çocuklar ki; yitip giden patikaların, ateşe atılmış dağların sırrı, kolu kanadı kırık ağaçların, bütün düşünme yetenekleri ellerinden alınmış bir ulusun, susuz kurumuş toprağı andıran, acıyla inleyen tarihin masalların içinde büyümüşlerin renklerinden süzülüp de gelmişlerdir onlar.
Doğa karşısında bütün duyup gördükleri, dokundukları, sesler, renkler ve biçimlerin sonsuz coşkusuna kapılmışlardır o yoksulluğun renklerinde. Yoksulların çektikleri acı renkleri ne ise, düşlerinde büyüttükleri özgürlüğün renkleri de öyledir. Binbir türlü çektikleri hayatın zorluklarındandırki sanatla buluştuklarında o sanat eserlerindeki derin çizgileri birer felsefeye dönüşür ve o felsefede ilerler gider.
Bu 'Garip'lerin fırçasından çıkan renkleri de, sözleri de güçlü ve yakıcı olur. Bunlardan çok az kişi kendi içine hapsedilmiş döngüyü cesaretle kırıp gerçeğin yolunu bulabilir. Bu gerçek gelip geçici, önemsiz bir yansıma olan görüntüler değil ussal bir düşünme, sorgulama biçimidir. Bu düşünme biçimi de hayal dünyasından çıkmayı sağlar ve bu da bireyi iç özgürlük ideasına ulaştırır. Çünkü Etik ve estetiğin kuramcılarından olan Baumgarten'ın dediği gibi sanat, insanın iç özgürlük arayışıdır. Bu iç özgürlük arayışındaki arzu renklerin birbiriyle olan heyecanlı dansıyla vücut bulur. Bir küçük parçadan bütüne erme yolunda tuval canlanır ve güç kazanır.
Bu yüzden de o amatörlük ruhuyla sürekli hınçla, kudretle körükleyerek Ressamlık yolunda basamakları aşan Yaşar Yağan'nın tek gayesi başkalarından daha ziyade önce kendini aşabilmesidir. Başka kimseyle rekabeti yoktur. O kendine "Amatör Ressam'ım" desede ben onun bu sanatına olan düşkünlüğünde ve gayretkeşliğinde Derwvişane bir güç buluyorum.
...
Tuvalin üzerine yoksul halkların renklerine sığındıkça, ahenk kıvrımların içinde başı döner ve yarasını sarar gibi ciğerine bastığı tütün dumanıyla kendine teselli arar. Bu yüzden de Resim atölyesine çevirdiğ evi hep dumanlıdır. Hele birde fırsat bulursa demlediği çaydan bir yudum alıpta tuvalin başına geçince nikotinin tadına hiç doyum olmaz. .
Oturduğu sedirden yapmakta olduğu tabloya bakınca o efkarlı bakışları uzaklarda bıraktığı ırmağın akışında öylece güne akıyor adeta. Gün batımını görebilirsiniz ustanın duvarlarındaki asılı tablolarında.
Dağların sırrını kayıp etmiş ama daima sırtını dağlara vermiş, gram gram acıların tartılarından süzülerek büyüyen bir halkın çocuklarıdır Dersimli sanatçılar.
Bizim Ressam Yaşar da terteleye uğramış, sürgüne gönderilmiş, süngü yemiş, yerinden yurdundan kovulmuş, değirmeni tarlası, ormanı evleri yakılmış, ağaçları kesilmiş, köyleri yıkılmış ve mahpuslar yatmış bir halkın acılı tarihiyle büyüyendir.
Mor renklerin diyarlarında, yıldız tutan çocuklar geleceğe umutla bakar, özgürlük kavgasında asla ve asla geri durmazlar. Özgürlük düşleyenler, dünya renkleriyle renklendirenlerin ütopyaları düşleri gibi özgür olur.
Yaşar'ın tablolarında bu düşlerin sıcaklığında özgürlüğün yolculuğunda, mor dağların patikalarında demlenip büyüyorsun adeta. Sanat ancak aşkın düşü olana ulaşmayı hedeflerse bir anlam kazanabilir. Ressam, aşkın renklerin harcını iyi kavramışki, aşk tılsımını ve aşkın ruhunu bilgeliğiyle tuvaline işleyerek hakkını veriyor ve yaşatıyor.
Yasak ülkenin çocukları olarak yasak bir dilin sırrıyla büyüdük. Büyüdük, ama ya öldürüldük, ya cezaevlerine konulduk, ya da sürgün edilerek mülteci olduk. Sürgün renklerin Ermiş’in hikayesi de böyle başlıyor.
Yani, ne ilktir bu hikaye nede son olacak. Ezen ile ezilen çelişkisi oldukça, sınıflı toplumlar varoldukça bu ve benzeri hikayeler çokça yaşanacaktır ve yazılacaktır.
Coğrafyamızda sistem karşıtı muhalif devrimcilerin devrim uğruna ölümden başka onulmaz yazgılarından biri hapis yatmaksa, diğeri de sürgün yaşamına mahküm kalmasıdır.
Yaşar Yağan, her ikisini de en ağır koşullarda yaşayanlarımızdandır. En ağır işkencelerden geçsede engin yüreğiyle gösterdiği büyük direnme ruhuyla üç defa farklı Cezaevlerinde Hapis yattıktan sonra birde üstüne üstlük sürgün yaşamak zorunda kalmıştır.
O yüzdendirki yüreği munzur suyu gibi asi ve yalnızdır.
....
Bütün dünya halkların maruz kaldığı Korona salgını dönemindeki Emperyalist sistemin birey üzerinden topluma dayattığı izolasyona karşı olarak kendince "Alternatif Özgürlük alanı yaratma" adına Resim ve tiyatroya bulaştığını söyler. Kendi değimiyle "sistemin tezgâhladığı Korona virus izolasyonuna karşı, kendine alternatif özgürlük alanı oluşturmayan kişi, ne gerçek anlamda devrimci olduğunu iddia edebilir, ne de gerçek anlamda toplumcu gerçekçi sanatın izinden gidebilir. Devrimci kişi sistemin, otoriter iktidarların bireyi yalnızlaştırmak ve yabancılaşması için sinsi politikalarla yürüttüğü bütün dayatmalarına karşı durabilmek için kendinde iç özgürlük mücadelesi vermek zorundadır. O dönem bende diğer herkes gibi, tanımakta zorlandığım insanlar arasında kaybolmanın o ürkütücü sonsuz karanlığın içine düşmüştüm. Dünyanın uçsuz bucaksızlığının hayattaki en kötü olasılıkların sonsuzluğuna kapılmıştım. Beni Resim yapmaya iten, tuvalin başına sürükleyen benim için o büyülü an'a taşıyan bu içsel yolculuk olmuştu. Bu yalnızlıktan kaçış, aslında daha başka insanlarla daha derin bir buluşma ve bir dinginlik anında kedi aslımı bulma arzusuydu. Kendimdeki iç özgürlüğü bulma arayışımdı. İç çekişlerle kafandaki yargılar tanımsız kalsa da, insanı tüketen pazar-piyasa tutsaklığından kurtulma arzusu, sorgulayarak yeni anlamlar aramaya itiyor. Böylece günün ilk ışıklarıyla boy verip filizlenen yeni sanatı yaratma arzusu başkalarıyla o en güzel çoğul buluşma arzusuna varıyor. İlk başladığım gün gibi, bugün de yine o daha büyük çoğul buluşma arzusuyla bu sanat yolculuğumdayım." diyor Y.Yağan.
Kendisine her defasında "Ben amatör bir ressamım" diye mütevaziliğini elden bırakmayan Yaşar'a yakın bir zaman önce sanatıyla ilgili sorduğum şu soruların cevabını paylaşmak isterim.
...
Sevgili Yaşar, bu günkü Savaşla Sanat arsındaki ilişkiyi nasıl bakıyorsun?
Yaşar Yağan: 2002'de 11Eylülün birinci yıl dönümünde ABD devlet sanatçıları, ilginç bir sergi organize etmişlerdi ve bu serginin adı da "Amerika'nın ruhuna Meditasyon" du. Dünyanın pek çok ülkesinde dolaştırıldığı gibi sergi Türkiye'de de Topkapı sarayında göstetime sunulmuştu. Çok sonraları emperyalistlerin açık maskaralığına soyunan bu serginin amacını öğrendiğimde bir kez daha sanat ve savaşın birbirine nasılda dönüşebildiklerini ve egemenlerin yürüttüğü hegomonya savaşlarının nasılda bir kölesi olarak devreye sürüldüğünü bu büyük pratik örnekle daha iyi amlamış ve kavramıştım. İşte nasılki bu vb. kirli savaş blokun burjuva sanatı Amerika emperyalistlerin ruhuna meditasyon için yırtınıyorsa ve onların suratlarındaki döküntüyü yeni bir imajla tazelemeye çalışıyorsa, ona karşılık Toplumcu gerçekçi sanat emekçileri de kendi sınıfın ihtiyaçları için savaşmalıdır. O yüzden de Y. Güneyin 'Halkın sanatçısı, halkın savaşçısıdır' değimi bizler için çok anlamlıdır ve değerlidir bana göre.
Peki Toplumcu gerçekçi sanatın bu günkü duruşu konusunu kendi mizacınla biraz daha açabilirmisin?
Y.Yağan:
Bu günkü vahşi kapitalizmin boyalı versiyonu olan Neo-liberalizmin ve onun bir uzantısı olan Post-modernizm ve onunda binbir türlü bulamaç halinde pazarına sürülen burjuva sanatına karşı durmaktır toplumcu(sosyalist) gerçekçi sanat.
Çünkü Toplumcu gerçekçi sanat, bu günkü mevcut düzenin ve onun yarattığı burjuva sanatın anti-tezidir. Çünkü mayasını, toplumdan, emekten, halktan ve halkın öz üretim sürecinden alır.
Ve çünkü toplumcu gerçekçi sanat, diğer bütün sınıf çelişkilerinde olduğu gibi, ezene karşı ezilenden yana gardını alandır. İşte bu yüzdendirki toplumcu gerçekçi sanat adına çıktığın andan itibaren, bu manevi değerleri hızla çürüyen toplumsal düzende yalnızlaşmayı göze almak ve bu yalnızlığa rağmen mücadele etmek zorundasın.
İşte tamda bu gerçekliğin ışığında baktığı içindirki çok yönlü saldırıların çemberinde olmamıza rağmen bu bilinçle inatla ve sebatla tüm engellere karşı kendi iç özgürlük mücadelemizle kollektivzm zemininde hareket etmek zorundayız.
Çünkü sınıf bilinciyle baktığın andan itibaren ancak toplumun sınıfsal değerlerini, kültürünü ve sanatını icra edebilir, yaratabilir ve var edebilirsin. Oysa bugünkü otoriter iktidarların, bu zeminde hareket eden devrimci sanatı ve sanatçıları hazmedemeyişlerinden, binbir türlü alavere-dalavereyle baskılama yollarıyla toplumsal hafızamızı silmeye yeltendiklerini biz de çok iyi biliyoruz elbette. Yığınca bilgi kirliğiyle gerçeğin-hakikatin üstünü örterek hakikatin ışığından bizi soyutlamaya çalışmaları boşuna değildir.
İşte bu yüzden de ezen-ezilen arasındaki farklılıkları kabul etmeden hangi biçimde, hangi biçemde(üslupta) sanat yaparsan yap, bu mevcut toplumsal sisteme ve ona egemen olan ilişkiler düzenine hizmet etmiş olursun.
İşte toplumcu gerçekçi sanat, bu gerçekliğin ve bu hakiat zemininde büyür ve şekillenir.."
Ressam Yaşar yağan’ı, renkleriyle yıldızlar altında akan nehirlere benzetiyorum. Sınırların, sınırsız renklerin sanatını işliyor tablolarına.
Bu duygularla değerli sanatçı yoldaşım Yaşar’ı kıskanırken, renklerine sığınarak, ezilen halkların ve işçi sınıfın renklendiren ustalığına selam olsun!