Gazeteci Hamza Özkan, bugünkü köşe yazısında, 'Kalıcı Barışın Yol Arkadaşları ve Sırrı Süreyya Önder’in Ardından' başlıklı bir yazı kaleme aldı.

Kalıcı Barışın Yol Arkadaşları ve Sırrı Süreyya Önder’in Ardından

Barış… Bu topraklarda en çok ihtiyaç duyduğumuz ama bir türlü hakkıyla yaşatamadığımız en derin kelime. Her seferinde, barış için yola çıkanlar ya susturuldu, ya yalnız bırakıldı, ya da bir "kaza" ya da "hastalık" bahanesiyle hayattan koparıldı. Onların ardından hep aynı sorular kaldı: Gerçekten kaza mıydı? Yoksa bu coğrafya barışa inananları taşımıyor muydu?

1993-94 ateşkes süreci… Tam da umutların yeşerdiği bir anda Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın ani ölümü. Aynı yıl Orgeneral rütbesine terfi etmesi beklenen Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis’in uçağının düşmesi. Oysa Bitlis, ölümünden sadece 7 ay önce Cumhurbaşkanı Özal’a yazdığı mektubunda şöyle diyordu:

> “Sayın Cumhurbaşkanım, Zatıaliniz bu olaya müdahil olmalı, aksi takdirde bölgede sonu alınamayacak ciddi risk ve tehditlerle karşı karşıya kalabiliriz.”

Bu satırlar bir çığlık gibiydi. O çığlık, Bitlis’in enkazı altında kaldı.

Yıllar sonra, 2013’te Paris’te barışın kadın öncülerinden Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Şaylemez, infaz edildiler. Sakine, Kürt hareketinin hafızasıydı. Fidan, diplomasi gücüydü. Leyla, gençliğin umudu… Hepsi, bir masa etrafında barış konuşulurken, savaşın eliyle susturuldular.

Gazeteci Mehmet Ali Birand, yıllarca Kürt meselesini cesurca ekrana taşıdı. “32. Gün” programlarında halkların kardeşliğine dair sorular sordu. Sayın Abdullah Öcalan ile yaptığı röportaj, hâlâ hafızalarda. Bir barış gazetecisi olarak aniden aramızdan ayrıldı. Sevenleri, "çok şey bilenler erken gider" dedi.

Avukat Tahir Elçi... Amed’in kalbinde, dört ayaklı minarenin önünde “Silahlar sussun” diyerek konuşurken bir kurşunla susturuldu. Elinde silah yoktu; yalnızca barış ve adalet vardı.

1993’te kaybettiğimiz bir diğer barış emekçisi, DEP Tatvan İlçe Başkanı Şevket Epözdemir’di. 25 Kasım sabahı ofisine gitti, akşam eve döneceğini söyledi. Dönmedi. Ertesi gün bedeni Güroymak’ta bulundu. Kimse onu gözaltına aldığını kabul etmedi ama bedenini herkes gördü. Gözaltında kaybedilenler dosyasına adını yazdırdı.

Barış sürecinde Meclis kürsüsünden halkların kardeşliğini haykıran DEP Milletvekili Orhan Doğan, yine bir Kürt kentine giderken kalp krizi geçirdi. Mezopotamya'nın vicdanıydı. Ömrünü çözüm ve adalete adamıştı.

Ve şimdi, Sırrı Süreyya Önder… Barış yolculuğunun en renkli, en yürekli yoldaşlarından biri. Bir halk ozanı gibi konuştu. Meclis’te, meydanlarda, sinema perdesinde, şiirlerinde hep barışı anlattı. Yıllarca sürdürülen çözüm sürecinde, halkın diliyle konuşan o ses, şimdi sonsuzluğa karıştı.

18 gündür yoğun bakımda yaşam savaşı veriyordu. Bu süreçte iktidar, muhalefet, sanatçılar, yazarlar, halklar hastane önünde bir araya geldiler. Onun barışa olan inancını sahiplenenler, bu ülkenin hâlâ umudu olduğunu gösterdiler. Ve ardından, bugün, yitip giden bir ışığın ardından hep birlikte sustuk.

Sayın Abdullah Öcalan’ın 3 Mayıs 2025 tarihli mesajı, Önder’in barış kimliğini şu sözlerle ölümsüzleştirdi:

> “Sevgili Sırrı Süreyya Önder’in vefatıyla kalbimize derin bir hüzün çöktü. Çok değerli bir insan, halkların gerçek bir evladıydı… Barışın ve barış sürecinin hepimize kazandıracağını çok iyi biliyordu ve bu onun büyük özlemiydi. Bu umut asla yarım bırakılamaz.”

Sırrı Süreyya, halkların ortak vicdanıydı. Onun sesi, hem Türk’ün hem Kürt’ün yüreğinde yankı buldu. Onun cesareti, barışın cesaretini simgeliyordu. Şimdi bize düşen, onun adını barışla birlikte anmak ve kalıcı barışa yürürken onun açtığı yoldan sapmadan devam etmektir.

Barıştan nasibini almayanlar seni unutturmaya çalışsa da, biz seni her zaman hatırlayacağız.

Sırrı yoldaşımız, şiirler senin dizelerinle anlam bulacak. Meclis arşivleri, senin barış çağrılarınla onurlanacak. Halkların belleği, seni sonsuzluğa uğurlarken, barışa olan borcunu hiç unutmayacak.

Oxur be sevgili Sırrı Süreyya. Senin ardında bıraktığın izler, bu halkın yolunu aydınlatmaya devam edecek.