Gazeteci Hamza Özkan, bugünkü köşe yazısında 'Toplumun “Ten Dokusu” Adlı Çöküşü ve Sevginin Gerçek İnşası' başlıklı bir yazı kaleme aldı.
Toplumun “Ten Dokusu” Adlı Çöküşü ve Sevginin Gerçek İnşası
Son zamanlarda toplum, yalnızca siyasette, eğitimde, kültürde değil; sevgi, aşk ve evlilik gibi duygusal alanlarda da hızla çürüyor. Bu çürümenin en tehlikeli yansıması ise, sevginin içinin boşaltılmasıyla karşımıza çıkıyor. “Ten dokusu” diyerek ilişkileri yalnızca bedensel birer tüketim nesnesine indirgeyen yozlaşmış zihinler, hem toplumu hem kendilerini derin bir kişiliksizliğe sürüklüyor.
Bu anlayış, aşkı bile anlamından koparıp, duyguyu tüketim kültürünün içine hapsediyor. Bu yüzden her geçen gün artan şiddet vakaları, kadın cinayetleri, boşanmalardaki artış ya da duygusal tükenmişlikler, yalnızca bireysel meseleler değil; toplumsal çöküşün apaçık yansımalarıdır.
Ancak bu gidişata “hayır” diyen milyonlarca insan da var. Bizler, her türlü çürümeye karşı direnen, özgür ve eşit bir yaşamı savunan onurlu cinsiyetleriz. Yaşam ilkemiz, toplumsal cinsiyet bilinci, ahlaki toplum anlayışı ve özgür eş yaşam felsefesidir.
Sevgi Emekle Büyür, İlkelerle Yaşar
Sevmek ve sevilmek…
Bu iki güçlü duygu, sadece güzel sözlerle değil; özveriyle, emekle, sadakatle yaşanır. Sevgi, kendiliğinden doğmaz. Tıpkı toprakta filizlenen bir tohum gibi, ilgiyle, güvenle ve sabırla büyür. Gerçek anlamını da ancak o zaman bulur.
Ne yazık ki bugün, sevgi adı altında sunulan birçok ilişki, içi boş, geçici ve yüzeysel bağlara dönüşmüş durumda. “Ten dokusu” diye pazarlanan anlayışlar, aslında sevgisizliğin ve tahakkümün başka bir biçiminden ibaret. İnsanlar, bedenin geçici sıcaklığına sarılıp ruhun soğukluğunda donuyor. Oysa insanı insan yapan, tenin ötesine geçen bağlardır.
Sevgi, sadece bir arzu değil; aynı zamanda bir yolculuktur. Ahlaki toplum bilinciyle, özgür ve eşit bir yaşamın temellerini birlikte atan iki insanın ortak çabasıdır. Bu bağ, romantik bir tutkudan öte; vicdanın, anlayışın ve birlikte yaş alma iradesinin eseridir.
Kalıcı bir sevgi, ancak karşılıklı emekle mümkündür. Güvenle kök salar, anlamla büyür, saygıyla olgunlaşır. Kadın ya da erkek fark etmeksizin; herkesin kendi içindeki erilliği, egosunu ve sahip olma arzusunu sorgulaması gerekir. Ancak o zaman gerçek eşitlik inşa edilebilir.
Toplumsal cinsiyet bilinci, bu yolculuğun en önemli pusulasıdır. Bilgiyle, empatiyle ve karşılıklı farkındalıkla gelişen bir ilişki; yalnız bireyleri değil, tüm toplumu dönüştürme gücüne sahiptir.
Unutulmamalıdır ki, sevgi sadece hissetmek değil, her gün yeniden karar vermektir. Her sabah aynı özeni gösterebilmeyi, birlikte büyümeyi, birlikte gelişmeyi seçmektir. Kontrol değil, ortaklık; tahakküm değil, yoldaşlıktır.
Birlikte Kurulan, Yeniden İnşa Edilen Yaşam
Sevgi, başlı başına bir inşadır. Yıkmak değil; birlikte ve yeniden kurmaktır. Bencilce bir sahiplik değil, ortaklaşa bir varoluştur. İlkesizliğe, çıkara ve tahakküme karşı dik durabilen bir dirençtir.
Gerçek sevgi; özgürlükle, karşılıklılıkla ve etik değerlerle yücelir. O bağ, zamanla değil; emekle, sabırla ve sadakatle inşa edilir. Sözde değil, özde büyür.
Toplumun yaşadığı çürümeye karşı bizim duruşumuz, aşkı ve sevgiyi yeniden hak ettiği yere koymaktır. Yüzeysel değil, derin; geçici değil, kalıcı bağların peşindeyiz. Bizim için sevgi; özgür eş yaşamla, ilkelerle ve karşılıklı saygıyla anlam bulur.
Bugün, belki de her şeyden çok bunu hatırlamaya ihtiyacımız var:
Sevgi sadece bir his değil, en başta bir emektir.
Ve bu emeği verenler, hem aşkı hem toplumu dönüştürebilecek güce sahiptir.