Yazar Fetih Doğan Koç'un bugünkü köşe yazısında, 'Lal Kesildi Mülteci Düşlerim, Üşüyorum!' başlıklı bir yazı kaleme aldı.
LAL KESİLDİ MÜLTECİ DÜŞLERİM, ÜŞÜYORUM!
Soğuk ve lal kesildi düşlerim, üşüyorum. Zemheride hayalini yorgan yapıp örtüyorum üşüyen düşlerimin üstüne anne.
Özlem ve hasretle zamana yürüyorum gölgemle birlikte, cümlelere sığmadan yağmurun ıslak sesinde merdiven altlarında uyuklanıyorum öylece. Sokak köpekleri bana yoldaş olurken, insanlar bakışlarıyla beni ötekileyerek geçip gidiyorlar. Açlığımın ve susuzluğumun yanıyla kavga ederken, birde bilmediğim dilin altında eziliyorum. Gözlerimde bin hüzün, bin ayrılık gelip saplanıyor çocuksu yüreğime. Çocuktum. Düşlerimde çocuktu. Bütün çocukların düşleri ortaktır. Düşlerde çocuktur.
Tutuklu telaşlarda ayrıntıları yok olan bir tütün dumanıdır düşlerimin ciğerlerine düşen.
Geçmişi infazlarla dolu tetikçiler bekliyorlardı sınırlarda mülteci düşleri soğuk sulara gömmek için. Umutlarımı-zı soğuk ölümün eliyle alıyorlardı. Sonra kendileri manşet atıp, "yasa dışı yollarla ölüme gittiler" yazıyorlardı. Ölümümüzde düşlerimiz gibi üşüyordu yıldızlar altında.
Pusuya düşürülüyor düşler, hayaller, gülüşler ve ruyalarımız. Evlerimize, bahçelerimize, mezarlarımıza bombalar yağdırdılar. Ceheneme çevirdiler coğrafyamızı. Ne notalarımız kaldı penceremizde, nede çizgi roman kitaplarımız. Kalemlerimiz, renklerimiz, çocuk oyunlarımız bize hüzün kesilip küstüler hayata. bunlarda yetmiyormuş gibi, geçeceğimiz sınırlara puslu-pusat puştlar, kan-barut beklediler bizi katil kokan nefesleriyle. Petrolin pis kokan ölüm pençesine düşmüştü düşler. Bataklığın içinde çığlık çığlığa düşüyordu çocukluk bedenimiz. Bedenlerimiz dünyanın "demokrasi" vijdanında asılı kalıyor öylece. Yüreğim mülteci oluyor düşüyor denizlerin tuzlu dalgalarına.
Annemin memesindeki süt daha bitmemişti. Memesine, sütüne, kokusuna daha doymadan, arkadaşımın oyuncağını daha kırmadan, ...(!) amcanın bahçesine daha girmeden, çocukluk aşkını daha yaşamadan; tanımadığım, bilmediğim seslerle boğdular beni, bizi, bütün çocukların çocuk düşlerini. Şimdi düşü olmayan göz yaşlarımın sularında akıp gidiyorum bilinmeyen dillerin arasında. Dilsiz üşüyor düşlerim. Lal düşlerimin derinliğinde gömülmüş özlüyorum çocuk kokan mesken tutuğum sokaklar. "Tarihin meçhul savaşların kaderine" saydılar benim-bizim acılarımızı. Kan çiçekleri gibi darma dağan ettiler avuçlarımızdaki düşlerimizi. Sınırlara çekilen ölümlerden kurtulan ben ve bizlerede "mülteci çocuklar" adını koydular. Sokak çocukları, yetim çocukları ve mülteci çocuklar... Bu üçlü denklem de ötekileştirdiler bizi. Üçü de aynıdır, üçü de soğuk ve laldır.
Kendi soluğunu kendi yelkenine üfleyenler kendi dilinde şarkılarını söylerler. Biz çocuklar hiç bir dile yasak koymadan söylenen her dilde de dinleriz şarkıları. O şarkılara ritim tutar oynarız, dans ederiz, hata şarkıyı söylemeye çalışır mutluluğa bir imge düşürürüz. Biz çocuklar kanun çıkarıp hiç bir büyük insana ölüm, sürgün, kan-revan fermanı kesmeyiz. Ve bize ferman kesilen adamların tahtına göz dikmeyiz. Yoktur çocukların böyle fena-fitne ve kötü düşleri. Bir iç geçiriş gibidir ahım sizlere. İlk dizesi göçmen kuşlara adanmış şarkıların nakaratlarına benziyor kollarım. Son kafiye bir ayrılığı düşüyor düşlerimin yalnızlığına. Hiç düşündünüz mü kendi çocuklarınızın yalnız kalmalarını? Yoksulluğun canhıraş coğrafyasında uçurtmalar salardım gök yüzünün semahlarına, Aşkların, mavilerin kızılcık tonlarında baloncuklar uçuşurdu düşlerimizin çocuksu yüreklerinde. Hayallerim ruhum gibi ar-temizdi. Şimdi gövdeme damla damla düşen soğuk tuzlu denizin korkunç dalgaların içindeyim. Üşüyorum. Bütün çocuklar üşüyor.
Kırağı düşmüş bir cam kenarı menekşesinin saksısına asıyorum çocukluğumu. Düşlerimi kırıp sevgiye koşmak istiyorum. Mor telaşları düşünüp mültecileşiyorum "insani" yardımların hatından geçerek. Gök kuşağıni kendi rengine bırakıp, diğer renkleri ödünç alıp göçüyorum. Güneş ışınları neden vardır, kimin için vardır? Ay kime aydınlık, kime karanlık? Buna cevap olamıyorum... Geçtiğim bütün sınırlar "tanrılar diyarı"ydı. Tanrılarda bizim tanrılarımız olmadığı belliydi. Hiç bir tanrı dışarı çıkıp da halimi, çocukluk hayalimi görmedi, sormadı. Bütün tanrılar evlerine çekilmiş, kapılarını kapatmış, panjurlarını çekmişlerdi. Tanrıda çocukların safında değil, büyüklerini safını tutmuştu. Düşlerimi alıp bütün çocukların düşlerine sırdaş edip, yorgun gövdemle yıldızları seyre dalıyorum. Her çocuk bir yıldızdır. Düşleri de yıldızlar gibi güzeldir. Tüm yıldızları kucaklayıp uyuyorum soğuk kaldırım taşların üstünde.
Rüzgar neden sadece bizi buluyor, Tufan neden sadece çocukluğumuzu savurup parçalıyor.
Oyuncağı çalınmış bir çocuk alınganlığı ile, boyaları çantasından alınıp renksiz bırakılan bir çocuk sitemiyle, topu patlatılmış bir çocuğun kızgınlığıyla, evsiz, bahçesiz bırakılan bir çocuğun ağlayışıyla, annesiz-babasız bırakılan bir çocuğun çektiği acının ahıyla sizlere ahımıdır diyorum; Dilim toprağın dilidir, saftır, berraktır ve çocuk eli gibi yumuşak ve yücedir. Sizin taş kesilmiş yüreğinize hiç benzemez bizim çocuk dilimiz. Düşlerimizde toprak gibidir hep yeşerir annemizin rahminde. Yeşerir düşeriz sokaklara; oluruz "sokak çocukları", düşeriz sınırlara; oluruz "mülteci çocukları", annesiz-babasız kalırız; oluruz "yetim çocukları". Bu üç denklemde bütünleşir çocukluk düşlerimiz.
Soğuk ve lal kesildi düşlerim, üşüyorum... Üşüyor bütün mülteci, sokak ve yetim çocukları.