Kürt siyasetçi Cemil Elden'in bugünkü köşe yazısında, " İran’daki Kürtler Ne Yapmalı? " başlıklı bir yazı kaleme aldığı görüldü.
İran’daki Kürtler Ne Yapmalı?
Son yıllarda Ortadoğu’daki Kürt siyasal hareketleri birçok cephede aynı anda mücadele verirken, bölgesel gelişmeler de bu mücadelelerin yönünü ve seyrini doğrudan etkilemektedir. Türkiye’nin Kürt siyasetine dönük bazı adımları atmak istemesi diğer taraftan PKK nin ateşkesine rağmen askeri operasyonları yoğunlaştırması, Rojava’da özerk yapının hem iç hem de dış tehditlerle sınandığı bir dönemden geçiyoruz. Bu koşullar altında İran’daki Kürtlerin nasıl bir siyasal çizgi izlemeleri gerektiği daha da önem kazanıyor.
Rojava’daki Demokratik Özerklik modeli, özellikle İran’daki Kürt çevreler için uzun yıllardır ilham kaynağı oldu. Ancak ABD’nin Suriye’den çekilme yönündeki eğilimleri, Türkiye’nin kuzeye dönük askeri baskısı ve Suriye rejimiyle olası pazarlıklar, Rojava’daki yapıyı kırılgan hale getirmiş durumda. Türkiye ise içeride Kürt muhalefetini baskı altına alırken, sınır ötesinde Kürt kazanımlarını tehdit eden bir pozisyonunu sürdürüyor. Bu gelişmeler, İran’daki Kürt hareketlerinin de manevra alanını etkiliyor.
İran’daki Kürtler, hem sosyoekonomik dışlanma hem de siyasi baskılarla karşı karşıya. İran rejimi, Kürt bölgelerinde hem silahlı örgütlerin varlığını bastırmak hem de sivil siyaseti kontrol altında tutmak için sistematik bir devlet politikası yürütüyor. Ancak 2022’deki Mahsa Amini protestoları, Kürtlerin İran genelindeki muhalif dalgalarla nasıl birleşebileceğini de gösterdi. Bu, İran’daki Kürt hareketleri için yeni bir stratejik momenti beraberinde getirdi.
İran’daki Kürt siyasetinin öncelikle sivilleşme stratejisini güçlendirmesi gerekiyor. Silahlı mücadeleyle birlikte sivil taleplerin ön plana çıkarılması, Kürt hareketine uluslararası meşruiyet kazandırabilir. Bu bağlamda HDK (Halkların Demokratik Kongresi) benzeri bir yapılanma oluşturulması ve bu yapının hem Kürt bölgelerini hem de İran genelinde demokrasi isteyen diğer grupları kapsaması stratejik bir adım olabilir.
Kürt hareketinin, sadece etnik temelli değil, aynı zamanda demokratik talepler üzerinden İran’daki diğer muhalif yapılarla (örneğin Beluçlar, Azeriler, Fars sol çevreleri, kadın hareketleri) ortak zeminler oluşturması gerekiyor. Bu, Kürt meselesini sadece Kürtlerin değil, tüm İran halklarının meselesi haline getirebilir.
Rojava’daki deneyim, yerel meclisler, kadın eşbaşkanlık sistemi ve halk temelli savunma yapıları açısından örnek alınabilir. Ancak İran’ın farklı sosyopolitik yapısı nedeniyle bu model birebir uygulanamaz. Yine de özyönetim ve yerel demokrasi fikri, İran’daki Kürt bölgelerinde savunulabilecek güçlü bir çerçeve sunar.
Ne İran devletine entegre olmuş pasif bir çizgi, ne de doğrudan dış güçlere yaslanan bir militan çizgi bugünün koşullarında sürdürülebilir. ABD, İsrail veya diğer bölgesel aktörlerle kurulan ilişkiler açık, halkçı ve savunmacı çerçevede olmalıdır. İran’daki Kürt hareketinin kendi halkına yaslanmayan her dış ilişkisi, meşruiyet krizini derinleştirir.
İran’da yaşanan Mahsa Amini isyanı gibi dalgalar, Kürt gençliği ve kadınlarının rejime karşı mücadelede ön saflarda yer alabileceğini gösterdi. Bu nedenle Kürt siyasetinin, gençlik ve kadın tabanlı örgütlenmelerini artırması, mücadelenin toplumsallaşmasını sağlayabilir.
İran’daki Kürtler, içinde bulundukları sıkışmış coğrafyada üç farklı rejimin (İran, Türkiye, Suriye) baskısı altında bir denge siyaseti üretmek zorundalar. Bu siyaset ne edilgen olmalı ne de maceracı. Aksine, yerel dayanışmayı esas alan, bölgesel gelişmeleri doğru okuyan ve küresel güçlerle temkinli ilişkiler kuran bir strateji gerektiriyor. Bugün Kürtlerin İran’da yapması gereken, halk temelli bir demokrasi hareketini hem kendi kimlikleriyle hem de diğer ezilen halklarla birlikte örmekten geçiyor.