şair ve yazar Nuray Şen, "Kadınların Kaleminden: Her Cumartesi Bir Mektup" Mektup' başlıklı bir yazı kaleme aldı.
MEKTUP,
Bu sabah taze çimen kokusuna uyandım. Açık balkon kapısından hafif ısıran rüzgârın nefesiyle cömertçe sarıvermişti salonun her yanını.
Yeşil bir kokuydu... tarifi zor. Belli belirsiz şekerli, bir damar vanilya biraz da damakta acımsı bir tat bırakan bir yeşil...
Hayatın kokusu yeşil şimdi.
Tenimin milyonlarca gözeneğine usulca giriyor, gözle görülmeyen damlacıklar kalbime sızıyor...
Ben başedemem ki bu kokuyla...
Rüzgâr oluyor, yağmur oluyor zulamda sakladığım mezarların örtüsünü tek tek açıyor...
Ceren'in gözlerinde yeşil bulutlar...
Bir durup, bir yağıyor...
Bir mektuba dökmüş kalbinin sırlarını.
Her kelimesi kızgın yağ kazanına dökülen küçük yuvarlak lokma tatlıları gibi. Her kelime kedere bulanıyor kızgın kazanın içinde... keder yeşil kokuyor...
Ceren'in gözlerinde Nazenin Elçi'nin gözlerini görüyorum... Gözleri 'babaaa!...' diye çığlık çığlığa bağırıyor!
Ceren'in gözlerinde kızımın gözleri ağlıyor...
O, 94 baharında, kızım henüz 11 yaşında...
Gözlerinde yaşına bilmem kaç beden büyük bir deli keder... bir türlü anlam veremediği bir korku, bir durup bir yağan o kekre yeşil bulutlar...
Eli elimde babasının cenazesinin ardında yürüyoruz. Resmi sivil asker polis dört yandan kuşatma altında, köy mezarlığına ulaşıyoruz.
Bedenime çevrili 4 uzun namlulu silah...
İnsanlar Mehmet'i toprağa gömüyor, ben oracıkta kalbime gömüyorum...
Kızımın elini tutuyorum sıkıca. Avucumun içinde titriyor eli, incecik çocuk bedeni titriyor. Bir saniye bıraksam elini düşüverecek sanki.
'Anne' diyor birden.
'Anne, seni de öldürecekler mi?'
Dilim lâl olmuş. Kalbim lâl. Bedenim lâl... öylece kalakalıyorum.
Ağzımı açıyorum, kelimeler lâl, dökülmüyor...
İsrarla duymak istediği cevabı bekliyor.
Ve ikinci soru gözlerinden kopup kalbime saplanıyor.
'Anne... beni de öldürecekler mi?'
Bir şimşek çakıyor! Bir yıldırım düşüyor bedenimin tam ortasına! Paramparça oluyorum.
Diz çöküyorum önünde. Kollarımla sarıyor bağrıma basıyorum yavrumu...
'Kuzucuğum...' diyorum. 'Kimse sana dokunamaz! Hiç kimse...'
'Ama babama dokundular...' diyor. Kelimeler ağlıyor iç çeke çeke...
Ah ahh... anneliğin bir emekliliği yok mu? Bir istifası, bir vazgeçtimi yok mu bu hayatta?
Anne olmak ne kadar da zormuş yarabbi bu coğrafyada?
Oysa ben en çok anne olmayı sevmiştim...
'Baba, kalbim kırık' derdim diyor Ceren
'Baba öksürüğüm bir türlü geçmiyor...
Baba aşık oldum..'
Tüm renklerin gri, tüm kokuların acı yeşil olduğu zaman. Bir durup, bir deli gibi kalbe vura vura, candan can kopara kopara yağan o yeşil bulutlar...
Dokunsalar gözleri bağıracak kör kuyulara! Çığlık çığlık bağıracak, bağıracak... yorulmayacak!
Acılar sevinçlerin kardeşi derler. Lakin işte her kardeş benzemez birbirine.
Acılar tek kişiliktir. Adrese teslim. Paylaşım herkesin yaşadığı kadardır. Akşam olup, gece tüm acımasızlığı ile çökerken insanlar evlerine çekilir kaldığı yerden devam ederler hayata.
Bizim 'kaldığımız bir yer' yoktu ki...
Nerden çıkılırdı yola?
Oğullarım dağlarda...
Elde ne vardı, avuçtaki ne?
Kaç ağıt sığdı kaç annenin yüreğine?
Kaç ağıt kuş uçmaz, kervan geçmez ıssızlarda yitip gitti?
Kaç vardı yarına?
Sırrı Süreyya'nın en sevdiği şarkıyı dinletiyor Ceren babasına, hepimize.
'Eğer bizi sual eden olursa
şeker söyle kaymak söyle bal söyle...
Ah gülüm gülüm kırıldı kolum
tutmuyor elim turnalar ey...'
Ben de en sevdiği şarkıyı dinletmiştim Mehmet'e, hepimize...
'Min bêrîya te kiriye
baverke min bêrîya te kiriye...
bipirse ji rengê biharê
bipirse ji guliyên we darê...
- 'Baharın rengine sor, ağacın çiçeğine sor
inan ki seni çok özledim...'